Kirpi

Küçücük bir evleri vardı. Kiralıktı. Neredeyse döküntü haldeyken buldukları 40 metrekareden büyük olmayan, kocaman bir villanın ardiyesi sayılabilecek o döküntü mekânı kızın Kuzey Avrupalılarınkini andıran rafine dekorasyon zevki, farklı renkleri harmanlama becerisi ve en küçük alanı bile en mahir iç mimardan daha becerikli bir şekilde değerlendirip, kullanabilmesi sayesinde cennete çevirmişlerdi. Gelen içerideki adeta yaşayan güzellikten ve ruhu olan neşeli düzenden gözlerini alamıyor, yaşam alanlarının orijinalitesine methiyeler düzüyordu.

Onların yuvası görünürde neşeli ama gerçekte hüzünlü bir yerdi. Genç adam 6 ay hapis yatmış, bu süre zarfı içerisinde de kız, beraber oturdukları evi kapatıp, tüm eşyaları sevabına ihtiyaç sahiplerine dağıtmış, aylarca da hapishane ve adliye koridorlarını arşınlamıştı. Bir gün adamı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktıklarında ise onu, içine elbiselerini koyduğu çöp torbası poşetleriyle Silivri Cezaevi’nden alıp, arabasıyla şehre getirmişti. Ancak artık beraber yaşadıkları bir evleri olmadığı için o geceyi geçirebilmek için kızın ailesinin evine gelmişlerdi. Adama yapmış olduğu şeylerden ötürü çok sinirli olan aile, “Geçmiş olsun”dan daha fazlasını dememiş ve yüzüne de pek bakmamış olmakla birlikte yine de aslında bambaşka bir şehirde ikamet eden bu genci tahliye olduğu gece kapıda bırakmamış, insaniyet ve büyüklük örneği sergilemişlerdi. İki genç o gece müstakil evin çatı katında kapılarını kapatıp olanı biteni konuştu, ağladı, sarıldı, mutlu ama buruktular. Bunun geçici bir karar olduğunu, mahkeme kaç sene sonra sonuçlanacak olursa olsun sonunda tekrar ayrılık ve hapis süreci olabileceğini ikisi de biliyorlardı.

Ertesi gün genç adam kızın ailesine bu yaşanan tatsızlıkların bir daha tekerrür etmemesi ve bundan sonrasında namuslu bir hayat sürmek, başını belaya sokmamak adına elinden geleni yapacağı sözünü verdikten sonra cebindeki çok sınırlı bir parayla otobüs bileti aldı ve Antalya’ya ailesinin yanına gitti. Kız ise onu çok uzun süre kendisinden uzakta tutmamaya kararlıydı. O ailenin aile olmadığını, evlatlarının her türlü yanlış işine cepleri para gördükçe ses etmeyip, razı geldiklerini ancak başı belaya girdiğinde ve dolaylı olarak arpaları kesildiğinde de onu ne ziyaret edip ne de bir satır mektup yazmaya tenezzül etmediklerini, maddi manevi tüm sorumluluğu kendilerinden gayrı kime yıkabiliyorlarsa ona yıkmaya baktıklarını çok iyi biliyordu. Biliyordu çünkü bunları bizzat yaşamıştı… Erkek arkadaşını bu ana baba müsveddelerinin yanında bırakıp tekrar zehirlenmesine izin vermek yerine beraber yaşayacakları, onun namusuyla para kazanacağı bir düzen kuracakları kiralık bir ev aramaya başladı. Küçük ama başlarını sokabilecekleri, ailelerinin onlara karışmayacakları bir ev bulmayı umuyordu… Nitekim bir süre sonra şansı yaver gitti ve buldu da… Evin tadilatı için cebinden oldukça yüksek bir meblağı çıkartmakta da beis görmedi. Hem o para bu son 6 aylık hapis sürecinde avukatlara ödediğinin, şehirle Silivri arasında her hafta gidip gelirken deposunu doldurmak için benzine ödediğinin veya genç adamın başka özel ihtiyaçlarının giderilmesine harcadıklarının yanında solda sıfır kalırdı.  “Yeni bir başlangıç için değer” deyip, her türlü masrafı üstlendi. Bir buçuk ay sonra ev hazırdı. Genç adam kalktı şehre kızın yanına geldi. Bambaşka eşyalarla kızın ailesi ne kadar karşı çıkarsa çıksın yeniden düzen kurup aynı çatı altına girdiler.

Kızın 3 tane İran kedisi vardı. O küçük evde kedilerle birlikte hep beraber huzurla yaşıyorlardı. Kız, kedilerini zaman zaman villanın ön bahçesine dolaşmaları için bırakıyordu ki topraklansınlar ve güneş görüp, hava alabilsinler. Onları gören veya kokularını alan sokak kedileri yeni arkadaşları olan bu ev kedileri ile tanışmak üzere sık sık bahçelerini ziyaret ediyorlardı. Kız onlara da aç veya susuz olabileceklerini düşünerek dışarıdaki kaplarda mama ve su bırakıyordu. Bazen de kendilerinin yedikleri yemeğin artığı olursa mama kaplarını onu bocalıyordu.

Tavuk pişirdiği bir gece kapıya kemiklerini yesinler diye bırakan kız, evlerinin tek kanepesinde kitap okuyup, erkek arkadaşının gelmesini beklerken kapıda çok fazla hışırtı duydu. Kalbi ürküntüyle fazlaca çarptı. Kapıdaki eşinmelerin kedi sesinden başka bir şey olduğunu bilebilecek kadar çok kediyle haşır neşirdi. Bu sesleri çıkartanın bir lağım faresi olmasından ve iyi niyetle eşiklerine bıraktığı yemeklerin onlara haşere musallatı olarak dönmesinden çok korktu. Gidip bakamıyordu da çünkü en son lağım faresiyle burun buruna geldiğinde 7 yaşındaydı. O sabah okula gitmek için Gümüşsuyu’ndaki Mutlu Apartmanı’nın merdivenlerden her zamanki gibi neşeyle iniyordu ki tüyleri iki yana adeta özenle taranmış gibi savrulan koyu renkli, kolu kadar büyük farenin kömürlükten fırlayıp, apartmanın açık kapısından sokağa gittiğine şahit olarak çığlık atmıştı. O gün bugündür fareden çok korkardı. Bu düşüncelerle kanepeye sinmişti ki “Kuzuuu, ben geldim” diye kapıyı aralayıp onu selamlayan erkek arkadaşının sesini duydu.

“Hoş geldin. Çok korktum biliyor musun? Kapıda çok ses duyunca fare olabileceğini zannettim” dedi hafifçe gülümseyerek. “Ha yok ya! Fare filan değil, ben geldiğimde bir kirpi tavuk kemiklerini kemiriyordu, beni görünce de top oldu hemen” diye yanıt verdi adam. Kız gözlerini kocaman açıp “Kirpi mi?” diye sordu. “Evet, kaçmadıysa hala kapıda olmalı…” diye yanıt verdi. Kız koşarak pencereye gitti ama kirpi ortalarda yoktu. “Çok üzüldüm, en sevdiğim hayvanlardan birisidir, keşke görebilseydim, ne salağım ya! Faredir diye korkup bakmadım” dedi. “Korkuların yüzünden hayatı erteleme kuzu” diye her yöne çekilebilecek bir yanıt aldı erkek arkadaşından. “Bir daha gelir mi sence?” diye sordu. “Senin elinin değdiği tastan yedi, geri gelecektir” diye emin bir yanıt verdi adam.

Devam Edecek… ( Kirpi 2 )