Rüya 5

Hollanda mimarisine göre inşa edilmiş, 100 yaşlarında olmakla birlikte oldukça bakımlı duran su yeşili renkteki müstakil evlerinin önüne geldiğinde ürktüğünü hissetmişti. Koltuğunun altında bir kirli sepeti, niyeti ne kadar temiz olursa olsun, annesinin istemediği bir şeyi (sadece kediyi getirmesinden bahsedersek bir, o genç adamla inatla görüşüyor olmasını sayarsak iki ve kim bilir daha başka neleri sıralayacak olursak bu listeyi elbette ki sonsuza kadar uzatabilirdik) yapmış olmanın sıkıntısıyla kapının önünde nasıl hareket etmesi gerektiğini bilmez bir şekilde dikiliyordu. Cebinde duran ev anahtarıyla kaçak bir şekilde içeri girmek istemiyordu. Şayet Gofret, ailenin diğer tüm fertleri gibi kabul görsün, sevilsin istiyorsa onu içeriye her ne pahasına olursa olsun annesine göstererek ve tam olarak nasıl olacağını kestiremese de bir şekilde annesinin onayını alarak, sokmak zorunda olduğunu biliyordu. Başka türlü her yol kaçağa düşer, anne kız arasındaki açmazı büyütürdü. Uzlaşı arayışı içinde geçecek olan günlerde de Gofret görmezden gelinir, yuva sahibi olacağı yerde duygusal eziyet çekerdi…

Derin bir soluk alıp, kapıyı çalmaya karar verdi. Elini zile götürmeden evvel de sepetin içindeki Gofret’e bir bakış attı. Uyumuyordu, herhalde onun çekiyor olduğu korkuyu ve duyumsadığı gerilimi dolaylı yoldan o da deneyimliyordu. Kapıyı çaldıktan kısa bir süre sonra annesinin diafondan “Kim o?” diye seslendiğini işitti. Çatal matal bir sesle “Zeynep!” diye yanıt verdi. Bahçe kapısı otomatik açılmış, Zeynep sepet elinde ana kapıya doğru yürümüştü. Annesinin kapıyı açmasını ve bir an için bile olsa göz göze gelmelerini umuyordu. Annesi kapıyı açtı ama asla yüz yüze gelmediler zira Ayşe Hanım hışımla arkasını döndü ve salona doğru yürüdü. Zeynep de hiçbir şey diyemedi. Yavaşça antreye sepeti bıraktı. Annesi salonda oturmuş, tavırlı bir şekilde gazetesini okuyordu. Bunun “Bana ilişme” demenin beden dili olduğunu bildiği için de içeriye girip “Anne merhaba, Gofret’i görmek ister misin” diye soramayacağının farkındaydı. Muhtemelen annesi “İkinizi de gözüm görmesin!” diye yanıt verecek ve tüm diyalog yolları kapanacaktı. Çaresizlik içerisinde ne yapacağını bilemedi fakat yoldan geldiği ve sıkışmış olduğu için de tüm bu düşünceleri bir anlığına olsun ötelemeye ve tuvalete gitmeye karar verdi. Gofret’i orada, sepetin içinde bırakmıştı…

Vişne çürüğü renkli tuvalette ellerini yıkarken “Alıp, ikinci kata, odama götüreyim bari” diye düşünüyordu. En azından Gofret etrafı koklamaya başlar, biraz olsun yaşamaya başlayacağı yeri keşfeder ve çekingenliğini atmak için fırsat yaratılmış olurdu. Annesiyle papaz olmaktan ürktüğü için fazla ses yapmaksızın tuvaletten çıktıktan sonra antreye geri geldi. Her şey bıraktığı gibi gözüküyordu. Sepete doğru seğirttiğinde sepetin orada olduğunu fakat kapağının açık olduğunu fark etti. Zeynep telaşla etrafa baktı. Gofret iki dakika tek başına duramamış, atlayıp dışarı mı çıkmıştı? Elbette çıkmıştı. Başka ne olabilirdi ki? Annesi gelip onu almış olamazdı ya… Sessiz ama seri hareketlerle merdivenlere gitti, mutfağa girdi çıktı. Deli gibi Gofret’i arıyordu fakat o ortada yoktu. Canı çok sıkılmıştı. Bu belirsiz durumda, onun alt veya üst katlarda olup olmadığını yoklamazdan evvel salona da bakması gerekiyordu. Salon ise annesinin kalesiydi ve Zeynep o kaleden delik deşik edilerek mevta halde çıkacağını biliyordu.

“Korkunun ecele faydası yok” diyerek ve başına geleceklere metanetle göğüs germeyi göze alarak, salona doğru başını uzattı. Ancak gözlerine inanamadığı bir manzarayla burun buruna geldi. Gofret sadece salonda değildi. Gofret nasıl olduğunu hiç anlamadığı ve tahayyül edemediği bir şekilde annesinin kucağındaydı ve çok mutlu gözüküyordu. Her türden hayvanla hiç çaba gerektirmeksizin yakınlık kurmayı başaran annesi, kucağında gurlayarak oturan ve kendisini sevdiren Gofret’e sevgi sözcükleri sıralıyordu. Kızın aklı karman çorman olmuştu ki annesi “Seninle konuşmuyor olabiliriz ama bu durum onunla olan ilişkimize yansımayacak” diyerek durumu açıkladı. Kız gülümsüyordu “Tamam anne, çok teşekkür ederim onu terslemediğin için…” diyebildi. Annesi bunu duydu ama cevap vermedi…

Gofret’in o evdeki hikayesi böyle başlamıştı… Annesizliğini o ailede bulduğu sevgi ve şefkatle unutmasına unutmuş, onlara bağlanmasına bağlanmıştı ama yine de aralarda başına buyruk davranıp, evden kaçmıyor ve saatlerce geri dönmüyor da değildi… Kız ise yüreği ağzında kedisinin evine geri gelmesi için dualar ediyor ve aynı esnada, tedbirsiz davranıp kapıyı bacayı açık bırakmış olanları da paralıyordu. Gofret çoğunlukla gezmekten yorgun düşmüş, uzun, yeşili andıran tekir İran tüylerine yapraklar ve sokak pisliği bulaşmış halde dönüyordu. Kız ona hasretle sarılıyor, gözleri dolu dolu: “Oğlum burası otel mi? Böyle kafana esince çekip gidemezsin, ödümü patlattın” diye sitem ediyordu. Gofret tüm bunları duymasına duyuyordu ama kedi inadından mıdır yoksa kedilere has özgür ruhtan mıdır nedir bilinmez, ara ara kaçmaya devam ederek onu korkutmaya devam ediyordu.

Gofret’le kızın dostluğu çok uzun yıllar sürdü. O denli uzun ki kızın erkek arkadaşı tekrar hapse girdiğinde de, aylar sonra hür kaldığında da aynı eve çıktıklarında da, adamın devam eden bir davasından ötürü 3000 yıl hapse mahkum edildiğinde ve ülkeden kaçtığında da, bir kızları olduğunda ve adam onu 8.5 aylık hamileyken aldattığında da hep beraberlerdi. Kız, adamı hayatından çıkarttığında, bunalıma girip kızına annelik etmek istemediğinde de veya babası vefat ettiğinde de hep yan yanalardı. Kızına annelik etmeye başladığında, yaralarını sarabildiğinde ve bunları kaleme alacak cesareti bulduğunda da Gofret hep vardı. Muhtemelen bir rüyayla başlamış olan bu yakınlık, ta ki ölüm onları ayırana kadar da devam edecekti… Kim bilir belki ölümden sonra da ruhları sevgiyle başka bir rüyada buluşacaktı…